Sunday, January 2, 2011

Zamanın egemen ruhuna karşı...



BU YAZI İLK OLARAK 2 OCAK 2011 TARİHİNDE EVRENSEL GAZETESİNDE YAYINLANMIŞTIR.


Tarihsel dönemleri sportif figürlerle eşleştirmek benim için eski bir oyun. Ortaokulda Can Kozanoğlu’nun ‘Türkiye’de Futbol’: “Bu maçı alıcaz” kitabını okuduğumdan beri bu işe mesai harcarım. Kozanoğlu kitabında Galatasaray’ın 14 yıllık şampiyonluk kıtlığından ülkenin 80’lerde geçirdiği neo-liberal dönüşüme başarıyla ayak uydurarak çıktığını belirtir. Çok haklıdır! Bu adaptasyonun önemli bir yerine de dönemin “acar” yöneticisi Ergun Gürsoy’u koyar. Şöyle der hocamız: “Ergun Gürsoy ‘çağdaş’ Galatasaray’ın ‘elit’ yöneticilerinden. Önüne geleni teper, arkadan geleni kapar. Onun her şeye hakkı var. “Mert Karadeniz uşağı” ya…”

80’lerin sonu… 24 Ocak kararları ve 12 Eylül ülkeyi iyiden iyiye dönüştürmüş, işçinin, yoksulun beli fena bükülmüş. “Çankaya’nın şişmanı işçi düşmanı” sloganı kapıda bekliyor ve tabii ah nasıl unuturuz “post-ideolojik halay başları” dünyanın her yerinde bitmeye başlamış. Böyle bir ortamı “hin”, “her şeye gücü yeten”, “her şeyi kılıfına uydurabilen”, kibarca söylersek “hallediveren” kapitalistlerle eşleştirmek gayet yerinde. Bu yüzden Ali Şen ve Ergun Gürsoy dönemin temsilcileri olmak için uygun seçimler.

Oyunumuza devam edelim. 60’lara, işçilerin, köylülerin ve öğrencilerin yavaş yavaş uyandığı, o naif ama sapasağlam döneme gelelim. Bu çağa elbette Metin Oktay ve Lefter Küçükandonyadis gider. 70’lerin militan, direngen, iniş çıkışlarla dolu ortamı Metin Kurt’la özdeşleştirilebilir! Hep “bizim” taraftan değerlendirdik. 80’lerle birlikte muktedirlerin dönemi başlıyor merak etmeyin. 90’ların başı, Hakan Şükür’ün çıkışı ve İslami cemaatlerle, Refah Partisi’nin yükselişinin denk gelmesi anlamlıdır. Ve elbette kanlı OHAL günleri, fail-i meçhuller, köy boşaltmalar, türlü zulüm, baskı, tavan yapan milliyetçilik, Tansu Çiller, Necdet Menzir, Mehmet Ağar… O günleri de en iyi ‘imparator’ Fatih Terim temsil eder desek çok mu acımasız davranmış oluruz? Bence cuk oturur!

VAY ASKER, MİLLİYETÇİ, MAÇO BÜLENT UYGUN VAY!

2000’lere geldiğimizde kriz, banka hortumları, yolsuzluklar, işsizlik ve IMF karşılıyor bizi. Öte yandan Aziz Yıldırım’ın yükselişini görüyoruz ve elbette AKP’nin. İktidarda “istikrar” dönemi başlıyor her iki tarafta da. Ama bir o kadar da hoyrat, kendisine tanınan güveni suistimal eden, iki yüzlü bir istikrar. Tabii ki 10 yılın ikinci yarısından itibaren yükselen Anadolu sermayesiyle, Anadolu kulüplerinin çıkışı arasında da bir korelasyon kurulabilir, bu ikisi birçoklarının iddia ettiği üzere birbirinin direkt sonucu olmasa da…

Fakat oyunumuza dönersek ve bugünün ruhu nedir, zamanın ruhunu en iyi hangi sportif figür karşılıyor sorusuna yanıt ararsak benim aklıma ilk Bülent Uygun ve bu hafta kurduğu kendince esprili ve zeka dolu(!) cümle gelir: “Futbolcularım ne zaman Nadide Sultan’a, ne zaman Eyüp Sultan’a gitmeleri gerektiğini bilecek.” Kafiyeni, her tarafından yaratıcılık akan metaforunu sevsinler senin asker Bülent, milliyetçi Bülent, aslan Bülent!

Zamane iktidarının yansıttığı maço, cinsiyetçi, muhafazakar ve otoriter söylemi kusursuz bir şekilde yansıtıyor Bülent Uygun. Sivasspor’un başındayken maçlardan önce takımını Onuncu Yıl ve Mehter Marşı’yla hazırladığı için köşemize daha önce de konuk olmuştu. Nazi Almanyası’ndaki Riefenstahlvari motivasyon yöntemleri es geçilemezdi elbette.

Son dönemde liberallerin kendisine biçmeye çalıştığı “demokrat” elbisenin aslında ne kadar bol ve uyumsuz geldiğini rahatlıkla gözlemlediğimiz, tek dil, tek milletçi başka bir deyişle enikonu statükocu AKP’nin Kürtlere karşı askerle birlikte oluşturduğu ittifak da “Asker” Bülent’i bu role daha da uygun hale getiriyor. Tabii oyunumuzu sportif figürlerle sınırlamasak dönemin ruhunu en iyi yansıtan isim olarak “Ayazma Fatihi” Ali Ağaoğlu’nu gösterirdim ama o işi Express dergisinde yazdığı “Bir istilacının portresi: Ali Ağaoğlu” başlıklı yazısıyla Ulus Atayurt kusursuz bir şekilde icra etmiş zaten.

YENİ YIL DİLEĞİ: OTOKRAT KAPİTALİZME KARŞI ORTAK CEPHE

Yeni yıla adımımızı attık, yeni yıl mesajları da gırla gidiyor haliyle. Bizleri, bu ülkenin ezilen emekçilerini, köylülerini, Kürtlerini, Alevilerini baskılar ve saldırılarla dolu bir yıl bekliyor, bundan hiç şüpheniz olmasın. 2011’in hemen öncesindeki çıkışlarıyla AKP bunu açıkça ortaya serdi.

“İşçi gerekirse 16-18 saat çalışacak” beyanıyla, tek dil, tek millet, tek bayrak söyleminin arka arkaya gelmesi aslında iyi bir kombinasyon oluşturdu. “Tanı bunları, tanı da büyü” diyor ya Ahmed Arif. Düşmanımızı iyi tanıyalım. Karşımızda liberal falan da değil tüm silahlarını emekçilere, kadınlara, Kürtlere, Alevilere, ormanlara, derelere, mahallelere, öğrencilere, sosyalistlere doğrultmuş otokrat kapitalist bir hükümet var. Liberal aydınların tüm hegemonik bombardımanına karşın sosyalistler bunun böyle olduğunu uzun süredir söylüyordu zaten. Fakat dönem haklı çıkmakla böbürlenecek dönem değil. Proudhon’un dediği gibi şafağı önceden gördü diye hiç övülür mü insan?

Kemalistler uzun süre “Türkiye İran oluyor, Malezya oluyor” gibi aptalca yaygaralar kopardı. Size otokrat kapitalizmin, bu köleci, baskıcı zihniyetin Türkiye’yi nereye benzetmek istediğini söyleyeyim: Çin! Yeni yılda ve önümüzdeki on yılda bunu engelleyebilecek tek bir güç var o da emekçilerin, Kürtlerin, Alevilerin, kadın, LGBTT ve ekoloji mücadelelerinin ortak cephesi! Kapitalist talana karşı tarihi bir direniş dönemine adım atıyoruz. Sporda savunmanın hücumu tetiklemesi gibi, direnişimiz kontra atağımızı yaratsın kararlılığıyla; hepimize şimdiden kolay gelsin…

No comments: