Sunday, January 9, 2011

Sporda şiddetin sorumluları ve garabet kanunlar



BU YAZI İLK OLARAK 9 OCAK 2011 TARİHİNDE EVRENSEL GAZETESİNDE YAYINLANMIŞTIR.

Aslında hiç de enteresan, “aşırı”, cesur insanların ülkesi olmamamıza rağmen memlekette sık yaşanan “acayip” olayların ardından hep şu kalıbı duyarız: “Burası Türkiye.” İşin ilginci bu acayiplikler genelde bireylerin değil devlet ya da iktidar bloğunun bileşenlerinin eseridir. Kolektif olarak saçmalarlar ve her seferinde bizden

“Burası Türkiye” diyip geçmemiz beklenir.
Kusura bakmayın ağalar. Tamam, burası Türkiye, buradaki tahtlar sümüklüböceği bile asilleştiren cinsten. Bir kere gücü eline geçiren başımıza Sultan Süleyman kesiliyor da yahu padişahtan büyük Allah vardı. Sizden büyük bir şeylerin de olması gerek değil mi? “Demokrasi” ile yönetildiğimize göre bu “büyük” özne “halk” filan olabilir mesela!?

Naçizane halkın bağrından bir adam olarak “Burası Türkiye” kalıplarını kabullenmiyorum. Sporda şiddeti önlemek üzere çıkarıldığı iddia edilen yasa tasarısına bakalım örneğin. -Zira işçinin iki sendikaya üye olabilmesine olanak tanıyan(ulan birine üye olunca anamızı belliyorsunuz!) yasadan sonra gördüğüm en ucube yasalar bu tasarıda.- Diyor ki sporda şiddeti çözecek ulu yasalardan biri: "Taraftarların grup halinde veya münferiden belirli bir kişiyi hedef veya muhatap alıp almadığına bakılmaksızın, kişilerin rencide olmasını sağlayacak tarzda aleni olarak söz ve davranışlarda bulunmaları halinde şikayet şartı aranmaksızın, bu kişiler hakkında 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezasına hükmolunacak."

Öncelikle bu yasayı akıl eden arkadaşı tebrik etmek istiyorum. Tribünde “ayıp” kelimeler söyleyene 3 yıla kadar hapis cezası öyle mi? Yahu siz manyak mısınız? Misal, Diyarbakır’da 10 bin kişi hakeme sövdü. Bu yasayı uygulayabilecek misiniz? Hadi diyelim uyguladınız, 10 bin kişiyi de Erdoğan’ın Diyarbakır’a verdiği tek “müjde” olan Ortadoğu ve Balkanlar’ın en büyük cezaevine tıktınız. Ulan o şehirde devrim olur be, halk isyanı çıkar. Siz bu yasayı uygulayın, ilk mahpus ettiğiniz “terbiyesiz” arkadaşın ağzına biberi bizzat ben süreceğim. Hadi hodri meydan!

Ucube yasalar bununla sınırlı değil. Tüm tribünleri kriminalize eden kafa kağıdı uygulaması, taraftarlara getirilen maçları ayakta izleme yasağı, gazetecilere getirilen “medya yoluyla suç oluşturmak”, “herkesin stadyumda kendi koltuğuna oturması” gibi kanunlar… Cem Dizdar çok güzel yazmış: “Oturduğun yerden tezahürat yap” diyorlar. Yani diyorlar ki, başlama vuruşuyla önce üçlü, sonra zıplaya zıplaya “lay lay” yapma, golden sonra “Pınarbaşı” çekme, maçın son beş dakikasında “Yumruklar havaya”nın ardından “Gündoğdu hep uyandık” söyleme!
Bu benim gibi biri için maça gitmemek anlamına geliyor. Çünkü ben evde bile Beşiktaş maçını ayakta izliyorum. Anlıyorum ki, tasarı yasalaşırsa İnönü artık bana kapalı…”

Nerden baksan tutarsız, nerden baksan ahmakça, uygulanamayacak, uygulansa bile büyük haksızlıklara sebebiyet verecek bu yasa tasarısının niye bunca garabetle dolu olduğunu anlamak zor değil. Devamlı yazıyoruz, 12 Aralık tarihinde yazdığım yazıda yine belirtmiştim, ortada çözüme dair bir şey yok çünkü gerçek bir çözüm kimsenin umurunda değil. Sporu yönetenler sporu idare eden sistemden bağımsız değil dolayısıyla umurlarında olan tek şey İngiltere’de olduğu gibi tribünlerin “neo-liberal” dönüşümünü gerçekleştirmek. Tribünleri “halktan” kurtarmak ve müşterilere armağan etmek, böylece ucuz biletlerle maç izleyen, spordaki şiddetin sorumlularını(dolayısıyla küfrü, şiddeti, kavgayı vs.) soylulaştırılan “arenalardan” defetmek.

Tahammülsüz kodamanlar ve Metin Göktepe

Kentteki hikâyelerimize, kentsel dönüşüme uğrayan, soylulaştırılan mahallelerin öykülerine ne kadar benziyor değil mi? Yine 12 Aralık’taki yazımda Engels’in ‘Konut Sorunu’ adlı kitabından alıntı yaparak sporda şiddetin bu kafalarla niye çözülemeyeceğini anlatmaya çalışmıştım. Bir kez daha tekrarlayayım: “Sistem içi çözümlerle yoksulluğu, şehirciliği, eğitimi, sağlığı neden düzeltemiyorsak sporda şiddeti de aynı sebeplerden düzeltemiyoruz. Ehlileştirebilir miyiz? Kısmen. Bu çözüm müdür? Kesinlikle hayır! Bu sorunun ehlileştirilmesi gecekonduları yıkıp yoksul halkı kent çeperlerine süren ve “gözden ırak” yeni gettolar oluşmasına sebebiyet veren kapitalist şehirciliğin çözümlerine benzer. Engels’in deyimiyle “çözümsüzlük üreten çözüm.”

Sporda şiddeti çözmek mi istiyorsunuz ey kodamanlar? İşe kendinizden ve şeref tribününde beraber oturduğunuz takım elbiseli zat-ı muhteremlerden başlayabilirsiniz. Hafta içi Türk Telekom Arena’nın açılışında yaşanan bir olay aslında sporda şiddetin niye var olduğunun da bir açıklamasıydı. Galatasaraylı ve Fenerbahçeli başkan ve yöneticiler stadyumu geziyor. O sırada iki işçi biri Galatasaraylı, biri Fenerbahçeli, yan yana kendi takımlarının atkılarını açıyor. İki işçinin bu gayet normal kabul edilmesi, sevindirmesi, verse verse kardeşlik mesajı verebilecek eylemi sonrası Fenerbahçe atkısı açan yaka paça dışarı atıldığı yetmezmiş gibi işinden de kovuluyor. Sporda, toplumda şiddet sorunu niye çözülemez biliyor musunuz? Çünkü sporu, toplumu yönetenlerin, köşe başlarını tutmuş kodamanların, başkanların, patronların bir atkıya, bir dostluk mesajına bile tahammülü yok da o yüzden.

Son olarak Metin Göktepe… Metin Göktepe’yi anarken şunu kesinlikle unutmamak lazım. O, yalnızca bir gazeteci değildi. Zaten sade gazeteci olunamaz, gazetecinin bir tarafı vardır. Ya egemenlerin tarafındadır, ya ezilenlerin. Bu kelimeyi cimri kullanma taraftarı olsam da Göktepe bir kahraman, bir işçi sınıfı kahramanıdır. John Lennon’ın meşhur şarkısında dediği gibi “işçi sınıfı kahramanı olunmalı”… Tüm gazetecilere, hele ki bizim gibi genç olanlara bir vasiyet: “Metin Göktepe olunmalı…”

No comments: