Saturday, August 28, 2010

Post-ideolojik halay başları


BU YAZI İLK OLARAK 29 AĞUSTOS 2010 TARİHİNDE EVRENSEL GAZETESİ'NDE YAYINLANMIŞTIR.

Mevsimsel olarak sporseverlerin favori dönemeçlerinden birindeyiz. Hem bizimki de dahil olmak üzere Avrupa’nın önemli futbol liglerinde start veriliyor hem de basketbolda dünya şampiyonası, tenisteyse Amerika Açık’ı selamlıyoruz. Sporseverler sevdalarıyla aralarına kara kedi misali giren yaz tatilinden kurtulmanın heyecanını yaşıyorlar. “Tatilden kurtulmak!” Endişeye mahal yok. Biz her Ağustos böyleyiz!

Medyaya bakarsak geçtiğimiz Perşembe günü Türk Futbol tarihine “Kara Perşembe” olarak geçti. Külliyen yalan! Beşiktaş bir üst tura atladı, Bursaspor’un tarihinde ilk kez katıldığı Şampiyonlar Ligi’ndeki rakiplerini öğrendik. 2 senede memleketin en sempatik takımı haline gelen Trabzonspor’un Liverpool’u elinden kaçırışına tanıklık ettik. Her şeye rağmen müthiş keyif aldık.

Gelelim Perşembe’si hakikaten kara geçenlere. Türk futbolunun krem dö la krem takımları Galatasaray ve Fenerbahçe perişanları oynamaya devam ediyor. Hadi Fenerbahçe, hakikaten dişli bir PAOK’a karşı oynadı ve kaybetti. Kısmen anlaşabilir. Üstelik Fenerbahçe’nin eksikleri olan ama kaliteli kadrosuna baktığınızda gelecek için umut taşıyabilirsiniz. Kentin öte yakasındaysa tamamen sefilleri oynayan bir aristokrasi var. Lig başlamadan önce bir tahminde bulunmuştum: “Bu Galatasaray Sigi Held dönemindeki başlangıçtan bile kötüsünü yaşar” diye. Haklı çıkıyorum ama bunla böbürlenemeyeceğim. Her şey o kadar açık ve net ki, bunu göremeyen zaten futbol üstüne yazı yazmamalı. Son 25 yılın en kötü, en umut vermeyen kadrosuna sahip Galatasaray. Rijkaard’ın da geleceği sallantıda gözüküyor. Orta sahaya isimleri geçen Emana ve Misimovic alınabilirse ne ala, yoksa bu takım ilk 4’e dahi giremez.

“Türkler uçuyooo…”

Ülkemizde gerçekleştirilmesinden mütevellit Basketbol Dünya Şampiyonası’nın bizim için ayrı bir önemi var. Cumartesi günü başlayan müsabakalar, İstanbul, Ankara, İzmir ve Kayseri’de oynanarak 12 Eylül’e kadar devam edecek.

Turnuva, Cuma akşamı Gençlik ve Spordan Sorumlu Bakan Faruk Özak’ın Michel Platini’ye ince sitemleriyle başladı. Asıl komedi ise Federasyon Başkanı Turgay Demirel’in Recep Tayyip Erdoğan’a “12 Eylül’de 2 zafer başgaaanım” diye yıkama yağlama çekmesiyle yaşandı. Malum 12 Eylül’de hem referandum oylanacak hem de dünya basketbol şampiyonasının finali. Kimse merak etmesin spora kat’a siyaset sokmayan ideolojiler üstü hükümetimiz ve medyamız başarıya giden yolda her türlü ucuz ve banal milliyetçiliği pompalayarak milli takımımıza gereken desteği verecektir. Zaten medyanın işi ne? Milli takıma her açıdan, 7/24 destek vermek. Tabii bunu yaparken asla ideolojik olmayız. AKP kızar. Hem milliyetçilik ideoloji mi yahu? Memleketi sevmenin bir gereği, seni böyle sevmeyen ölsün!

“Memleketi en çok biz severiz, bizden olmayan Ergenekoncudur, bölücüdür. Çevrecinin daniskası biziz. Emekçiyi en çok biz düşünürüz. Teröristlerin bizi zayıflatmak için kışkırttığı kimi ideolojik eylemlere kanmayın. Hem zaten bunlardan dünyada kalmadı. Kar boran demeden yuvalarını yıktığımız kent yoksullarına da aldanmayın. Biz onlar için toki toki apartmanlar inşa ediyoruz. Versinler asgari ücretlerini, gitsinler şehrin keşmekeşinden uzak, ferah, kimsenin kimseye ilişmediği dairelerinde otursunlar.”

Osman Baydemir’in bir sözü var bildiniz mi?...

Pınarbaşı burma burma

Slavoj Zizek’in güzel demiş : “Günümüzde, -her alanda- post-ideolojik olduğunu iddia edenler esasında ağzına kadar ideolojiye batmış olanlardır. Her ulusal sirkte olduğu gibi bu dünya şampiyonası boyunca da basketbolun kendisinden keyif almamızı engelleyen bu tip saldırılara maruz kalacağız.

Turnuvanın favorisi, en önemli yıldızlarından(LeBron James, Kobe Bryant, Dwyane Wade, Carmelo Anthony, Dwight Howard…) mahrum olmasına rağmen ABD. Amerikalılar her zaman olduğu gibi fiziksel olarak rakiplerinden ayrı bir dünyada. Müthiş atlet bir takım izleyeceğiz ama zaafları da yok değil. En göze çarpanı ise sadece 3 uzunla oynayacak olmaları. 2006 Dünya Şampiyonası’nı ve Yunanistan’ın ABD’yi nasıl yendiğini hatırlayınca(maç boyu yüksek pick’n roll ve 150 kiloluk Sofo’yu savunmaya çalışan LeBron ve Melo) Mike Krzyzewski’nin niye böyle bir tercihte bulunduğunu anlamakta zorlanıyorum. Benim gönlüm -Murat Kosova&Kaan Kural ikilisinin post-ideolojik duruşlarına gayet uygun bir biçimde sahtekâr hem de Latin kökenli olmalarından sebep sahtekâr ilan ettikleri(aynı şeyi Arjantin’e de yapıyorlar)- İspanya’dan yana. İspanya harika bir takım ama Pau Gasol’ün yokluğu da düşündürücü.

Uzun uzadıya bir şampiyona analizi yapmayacağım. Onu herkes yapıyor zaten, tarzım da değil. Onun yerine sözü post-ideolojiklere karşı antipatimi katlayan Güntekin Onay’la bitireceğim. Şöyle buyurmuş Onay, Çarşı’yı kast ederek : “Stadın en güzel yerinde gerçek değerinin 5’te biri fiyatına oturalım. Kapalı tribüne loca yaptırmayalım. Stadın isim hakkını sponsorlara vermeyelim. Formanın arkasında önünde reklam olmasın… Böyle dünya kulübü olunmaz.”

Çarşı benim sıkça eleştirdiğim bir grup fakat burada sonuna kadar arkalarındayım. Bırakın memleketin bir yerinde de bu ülkenin gerçek cefakârları-hak ettikleri gibi-en güzel yerlerde otursunlar. Bırakın kendi emekleriyle var ettikleri dünya güzellikleri üzerinde söyleyecek bir sözleri olsun. Bırakın delicesine sahiplendikleri formalarının kıçında başında holdinglerin imzası olmasın. Bırakın arkadaş bırakın. Ne o kulüp Yıldırım Demirören’in, ne o stad Medical Park’ın(ya da İnönü’nün, ya da Mithatpaşa’nın), ne de o forma Cola Turka’nın. Bunlar olmazsa Beşiktaş hiçbir şey kaybetmez. Taraftarı olmadansa Beşiktaş bir hiçtir. -Romantik konuşuyorsun diyen ilk kişi post-ideolojik halayın başıdır- Bu kulüplerin gerçek sahipleri taraftarlarıdır ve sevdalarına dair söylenecek bir söz varsa onu da ilk onlar söylerler.

1 comment:

Anonymous said...

selam ben senay, gercekten super bir site, eger facebook veya twitter varsa eklemek isterim...