Sunday, March 7, 2010

2010: Güney Afrikalı yoksulların Dünya Kupası'yla imtihanı

BU YAZI İLK OLARAK 7 MART 2010 TARİHİNDE EVRENSEL GAZETESİ'NDE YAYINLANMIŞTIR.



John Leshiba Moshoeu’nun FIFA ve Dünya Kupası organizatörlerini endişelendiren ‘bilet krizine’ dair sözleri manşetlerdeydi bu hafta. Gençlerbirliği, Kocaelispor ve Fenerbahçe’de oynadığı futbolla göz zevkimize şöyle bir rahat 10 sene hizmet eden Moshoeu bilet krizini halkın içinden bir gözle şöyle değerlendiriyordu: “Futbol, Güney Afrika’da yoksulların sporu. Onlardan bu paralara biletler almalarını bekleyemezsiniz.”

Kadife bilekleriyle sevdiğimiz Moshoeu’nun dillendirdiği bu gerçek, oyun tarzı gibi zarif ve ince. Biraz daha açık sözlü ve korkusuz olmaksa bize düşüyor. Doğrudur, futbol yoksulların sporu ve bu spora, sahip olduğu dinamizmi ve nüfuzu verenler bizleriz. Fakat tıpkı hayatın kendisinde olduğu gibi burada da yarattığımız şeyin sahibi değiliz. Uzaktan sevebiliyoruz ancak. Köşe başlarını tutan elitlerinse bezirgânlık becerileri üst seviyede. Hayat verdiğimiz şeyin bedelini onlar belirliyor ve bizim sayımız, sevgimiz, emeğimiz arttıkça bu bedelin miktarı da artıyor.

Güney Afrika Cumhuriyeti, bu turnuva için hiçbir ‘masraftan’ kaçınmayarak 5 stadyum inşa etti. Mevcut stadyumlardan da beşi yenilendi. Tüm bunlar için harcanan miktar 1 milyar doların üzerinde. Bu rakam, yetkililerin 2004’te yaptıkları ilk maliyet hesaplamasının 3.5 kat üzerinde. Organizasyon için şu ana kadar harcanan toplam para da resmi hesapların 2 kat fazlasına tekabül ediyor. Güney Afrika hükümeti ve Dünya Kupası organizasyon komitesi bu masrafları ucuz işçi çalıştırarak(geçen sene stadyum inşaları grevler yüzünden durma noktasına gelmişti) ve elbette bilet satarak karşılamak istiyor. Fakat sorun şu ki Moshoeu’nun dediği gibi Güney Afrikalılar’ın bu biletleri satın alacak ekonomik gücü yok.

Endüstri futbolunun bir numaralı kuralı: Harcayacak paranız yoksa yönetici elitlerin umurunda bile değilsinizdir. Dünya kupasının organizasyonundan sorumlu Güney Afrika ekibi en başından beri ülkelerinin ne kadar futbol delisi olduğundan dem vuruyor. Oysa Zulu diyarının ulusal liginde maçlar bini ancak bulan kalabalıklara karşı oynanıyor. Alelade bir lig maçına dahi bilet parası ayıramayan insanlardan normalin 6 katı fiyata bilet almalarını beklemek hayalcilik olur. FIFA’nın yahut organizasyon komitesinin de zaten böyle bir beklentisi olduğunu sanmıyorum. Parayı veren düdüğü çalar ve parayı veren çıktığı sürece hangi milliyetten olduğu önemli değil.

İşte sorun burada artarak devam ediyor. Geride bıraktığımız Vancouver Kış Olimpiyatları’nda da sıkça bahsettiğim üzere bu tip küresel organizasyonların en önemli özelliği yüksek miktarda turist çekmeleri. Her ulus devlet gibi Güney Afrika Cumhuriyeti de dışarıya karşı olumlu bir imaj sergileme kompleksinden muzdarip ve senelerdir organizasyon ileri gelenlerinin kafasını en çok kurcalayan şey göz önündeki kent yoksullarının ‘çirkin’ görünümlü evlerini nasıl ortadan kaldıracakları!

Kent yoksullarının sürgün yeri: ‘Teneke kent’

Örneğin bundan 2 sene öncesine kadar Cape Town’da hava alanından kente kadar giden otoyolun etrafı tamamen gecekondu mahalleleriyle çevriliydi. Bunun yaratacağı olumsuz imajdan çekinen Güney Afrika hükümeti geride bıraktığımız dört sene boyunca bu mahalleleri kalkındırmak ve yoksulluğu sonlandırmaya çalışmak yerine paraları teknoloji harikası statlara harcayıp buraları deyim yerindeyse halının altına süpürmeyi tercih etti. Sonuç olarak mahalleler üzerinde şiddetli ve amansız bir zorunlu tahliye politikası uygulandı, evler yıkıldı.

Bugün kentin çeperlerinde oluşturulan yeni mahalleler toplama kamplarından farksız. Bunlardan biri olan Blikkiesdorp, sakinleri tarafından ‘teneke kent’ olarak anılıyor. Çünkü binlerce altyapısız, güvensiz, yan yana dizilmiş teneke yığınından başka bir şey değil buralar. Zorunlu tahliyelerin tek uygulandığı kent Cape Town değil. Durban şehrinde de benzer uygulamalar var ve 2007’den beri AEC(Zorunlu Tahliyelere Karşı Mücadele Birliği) önderliğinde Güney Afrika’nın önde gelen aktivistleri ve kentsel dönüşüm mağduru kent yoksulları bu saldırılara karşı savaş veriyor.

Bu savaşı yürütenlerin başında 26 Aralık 2009’da kaybettiğimiz efsanevi figür Dennis Brutus geliyordu. Şair, yazar ve müebbet muhalif Brutus, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ayrımcı apartheid döneminde başlattığı uluslararası boykot çağrısıyla ülkenin olimpiyatlara katılmasını engellemiş(ülke 1964-1992 arası hiçbir olimpiyata katılamadı) ve ilerleyen dönemde ülkedeki ırkçı siyasal yapının yıkılmasında önemli rol oynamıştı. “Utanmazları utandıran” Brutus’ün 2010 Dünya Kupası kampanyası boyunca göz önüne aldığı tek bir şey vardı. O da bu turnuvanın varlığından, azametinden ve maliyetinden zarar gören yoksul halkı örgütlemek ve onların varlığından tüm dünyayı haberdar etmek. Merhum yoldaşın ölmeden önce verdiği son röportajlardan birinde söylediği şu sözlerin kulağımıza küpe olması dileğiyle:
Sporun gücünü ve sahip olduğu etki alanını inkâr edemeyiz. Spor devasa bir mücadele alanıdır ve burada söylediğiniz her söz megafona söylenmişçesine büyük bir etki yaratır.

No comments: