Sunday, October 11, 2009

Yabancılaşma ve spor

BU YAZI İLK OLARAK EVRENSEL GAZETESİNDE YAYINLANMIŞTIR

Amerikan Basketbol Ligi (NBA) yönetimi geçtiğimiz hafta şanına yakışır bir karar aldı. Şöyle emretti başkan David Stern: “Bundan kelli yedek bankında (bench) oturan oyuncular maçı hiçbir suretle ayakta takip edemez, etmeye kalkarsa da teknik faulu yer.” Gerekçesini de ilk ağızdan açıkladı. Yani bizim akıl yürütüp ukalalık yapmamıza gerek yok. Şöyle devam ediyor naif görünüşlü tiranımız: “Uygulamanın amacı ön koltuklarda oturan (en pahalı koltuklar) izleyicilerin maçı rahatça takip edebilmelerini sağlamak.” Düşünceli adam vesselam, müşteri de velinimetidir laf aramızda. Esnaflığına diyecek lafımız yok da peki ya patronluğu?

Stern’ün patronluğu da benzerlerinden yani diğer spor elitlerinden farklı değil. IAAF, FIFA, UEFA, NFL, MLB, WTA gibi kurumların öncelikleri neyse NBA’in de öyle. Öncelik seyirciyi müşteriye çevirmek. Parası olan kesim, maçlara gelmeli, forma almalı, uydu yayını bağlatmalı. Parası olmayan kesimse mümkünse stada girememeli (çünkü stadyum seyircisi elitleştiriliyor) ama belli belirsiz bir taraftarlık ve kulüp mitine ölesiye bağlanmalı ki zar zor kazandığı tüm parasını hayattaki ”tek” eğlencesi ve “aşkı”’na yatırabilsin.

HER ŞEY ‘MÜŞTERİLER’ İÇİN

Elbette buradaki sınıflılaştırma niyetini açıkça görmek mümkün. İşin kreması paralı kesime, cefası ise maniple edilen işçi sınıfına reva görülüyor. Benim gelmek istediğim noktaysa bu sınıflılaştırmanın ötesinde spor sahalarına ve sporculara aşılanmaya çalışılan soğuk, mekanik, resmi şirket kültürü ve Fordist diye niteleyebileceğimiz çalışma koşulları. Daha önce İsviçreli hakem Massimo Busacca’ya tribünlere parmak hareketi yaptığı için verilen cezayı sizlere aktarırken de bu konuya ucundan değinmiştim.

Sporcular ve hakemler gittikçe tek tipleştiriliyor. Sırtlanmış oldukları baskı, ürettikleri adrenalin ve yaratmış oldukları emek, adına seyirci denilen müşterilerin keyfi uğruna önemsizleştiriliyor ve yürürlüğe giren kurallar sayesinde mümkün olduğunca tepkisiz kalmaları sağlanıyor. Sporcuların ve hakemlerin kendilerine küfreden ya da ırkçı saldırılarda bulunan tribünlere karşı tepki vermeleri yasak. Onlardan “profesyonel” olmaları bekleniyor. Bugün bir futbolcunun gol attıktan sonra sevincini taraftarlarla fiziksel etkileşime girerek paylaşması sarı kartı gerektiriyor. Keza formasını çıkarması ya da siyasi mesaj vermesi de yasaklı. Busacca örneğinde gördüğümüz gibi pek muhterem ve her daim haklı müşterilerin aşağılamalarına tepki vermeye kalkarsanız cezalandırılıyorsunuz. Usain Bolt (ki kendisi günümüz sporunun sayılı özgün karakterlerindendir) gibi yarış esnasında duyguları dışa vurmak bizzat federasyon başkanı tarafından sporun ruhuna aykırı olarak damgalanabiliyor. Veyahut son örnekte olduğu gibi “müşteriler” maçı rahatça izleyebilsin diye oyuncular, yedek bankında ayağa kalkmaktan men edilebiliyor. Hal-i hazırda tepeden tırnağa metalaştırılmış olan atletler böylece mekanik bir fabrika/ofis çalışanına dönüştürülüyor; başka bir deyişle emek alanlarına yabancılaştırılıyorlar.

ROBOTLAŞTIRILMAK İSTENEN SPORCULAR

Tüm hikâye aslında yabancılaştırma kelimesinde gizli. Spor gibi yüksek bireysel yetenek ve doğaçlama isteyen bir alanda bunu gerçekleştirmek zor gibi görünebilir ama geldiğimiz noktaya bir baksanıza! Senede 100 küsur maça çıkıyorsunuz ama yedek bankında ayağa kalkmak yok, seyirciye tepki vermek yok, seyirciyle fiziksel temas yok, siyasi mesaj vermek zinhar yasak. Maçlara geleceğiniz kıyafet bile lig yönetimi (NBA) tarafından belirlenmiş. “Hip-hop” tarzı giyinemezsiniz, takım elbiseyle geleceksiniz (tabii burada ırkçılık da işin içinde).

Üretimde emekçinin vasıflarını ve emeğini profesyonellik adı altında mekanikleştiren bu sistem tıpkı Fordizm’de olduğu gibi emekçilerine yüksek gelir sağlıyor ve bu da işçinin kendisini memnun hissetmesine yol açıyor. Fakat bu “nispi refahın” belirsizliğinin arkasında profesyonellik kisvesi altında robotlaştırılmaya çalışılan bireyler var. Nispi refah ve Fordizm gibi tanımları indirgemeci bir yaklaşımla kullandığımı düşünebilirsiniz nihayetinde bu akademik bir makale değil ama bence durum tam da budur.

Toparlayacak olursak; dünya spor endüstrisi, tüketicilerini memnun etmek ve daha çok tüketmelerini sağlamak üzerine kuruludur ve bunun da yolu sporcuların mümkün olduğunca sömürülmesinden geçer (Senede 100 maç). Tıpkı Fordizm’de olduğu gibi bu sömürüyü gizlemenin ise iki yolu vardır. 1-Yüksek gelir, 2-Yabancılaştırma. Dolayısıyla spor sahalarında “profesyonellik” adı altında geçen mekanikleştirmenin birinci önceliği sporcuları emek alanlarına yabancılaştırmaktır. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.

No comments: