Wednesday, June 10, 2009

Merkezi hegemonya ve mahmur çevre

BU YAZI İLK OLARAK EVRENSEL GAZETESİ'NDE YAYINLANMIŞTIR.

Merkez-çevre sorunsalı modernizmin her aşamasında karşımıza çıkan problematik bir deneyim olarak sıkça cisim değiştiriyor belki ama özünden hiçbir şey kaybetmiyor. Hatta teknolojinin ilerlemesi ve ideolojikleşmesiyle altın çağını yaşıyor bile diyebiliriz. Artık sadece ekonomik-siyasal tabanlara dayanan bir merkez hegemonyasıyla yetinmiyor iktidarlar, aynı zamanda medyanın da desteğiyle müthiş bir kültürel kuşatma yaratıyorlar.

Geçtiğimiz hafta Saint-Etienne’de oynanan Fransa-Türkiye maçında çıkan olayların medyadaki yansımaları bize bu konuyu derinlemesine deşme imkanı doğurdu. Bilmeyenler için hatırlatalım karşılaşmanın 80.dakikasında tribündeki Türkiyeli seyirciler, memnuniyetsizliklerini sahaya “yabancı madde yağdırarak” göstermişler, çıkardıkları olaylarla tüm Turan dünyasını Avrupa’ya karşı mahcup etmişlerdi(!). Son 2 yüzyılda kökleri atılan ve yaratılan milli kültürün tamamı, kendini Avrupa’ya beğendirme ve eline imkan geçerse onu alaşağı etme (geçme değil direkt canına okuma manasında) üzerine kurulu olduğu için Türk iktidar aygıtları için katlanılması zor bir durumdu. Neyse ki bizim de bir “çevremiz” var. Suç asla Türk’ün olamayacağına göre; konjonktür değerlendirildi, zihin düzenleyiciler karar verdi, medya uyguladı. “Olağan Şüpheli 2” (Nomero 1 elbette Kürtler) devreye sokulacaktı.

Olumlu her hadisede “Türk’ten Avrupa’ya ders”, “Türk’ün Gücü”, “Türksün-Ürksün” başlıkları atan medya, Fransa maçında çıkan olaylar sonrası, “Gurbetçilerin Çirkinlikleri”, “Gurbetçilerin Çıkardıkları Olaylar” hatta “Avrupa’da Yaşamakla Avrupalı Olunmuyor” (hayır bu cümleyi Burhan Altıntop değil Mert Aydın gibi çok beğendiğimiz bir spor gazetecisi kurdu) ağızlarına döndü. İmam osurursa cemaat ne yapsın misali; okuyucu yorumları daha da korkunçtu. E böyle medyaya böyle okur, böyle zihniyete böyle yorum!

Cezayı, olayları çıkaran Türkiyelilerin gurbetçi oluşuna ve Avrupalı olamayışına bağlayan medya farkında mıydı ki aynı maçta Fransız seyirciler kendi oyuncularına karşı ırkçı saldırılarda bulundular. Cezayir asıllı golcü Karim Benzema’nın maç sonrasındaki isyanından haberdarlar mıydı? Olsalardı belki ezeli ve ebedi Avrupa komplekslerini gözden geçirmek isteyebilirlerdi. Avrupa’nın binlerce yıllık yerlileri öz be öz Fransızların ırkçı tezahüratları bana hiç de “medeni” bir davranış gibi gelmedi de o yüzden!

Sorun şu ki; Türk medyası kafasını etnoloji ve milliyetçilikle o kadar bozmuş ki toplumları şekillendiren birincil faktörün sınıf mücadelesi olduğunun bilincinde değil. Tersi söz konusu olsaydı merkez-çevre ilişkisini daha iyi çözümleyebilirlerdi. Ve etnik kökenine bakılmaksızın git gide daha da fakirleştirilen, dışlanan, marjinalize edilen “çevre”’nin kaderinin kapitalist dünyanın her yerinde aynı olduğunu görebilir, Fransız taraftarlarla, Türkiyeli taraftarların çıkardıkları olayları Avrupa’daki merkez sağın korkutucu yükselişiyle bağdaştırabilirlerdi.

Pazar günü gerçekleştirilen Avrupa Parlamentosu seçimlerinde, sosyalistler tarihlerinin en ağır yenilgilerinden birini aldı. En güçlü olması gereken dönemde Fransız Sosyalist Partisi tepetakla vaziyette. Lenin’den Gramsci’den bu yana hiçbir şeyin değiştirilememiş olduğunu görmek can sıkıcı. Milliyetçilik ve merkezin hegemonyası, baskısı halen işçi sınıfının gözlerinin önüne bir perde gibi inmeye devam ediyor. Görmüyoruz, duymuyoruz, isyan etmiyoruz. Tek yaptığımız merkezin bize düşman bellettiği “çevreye” sövmek ve bir futbol maçını milliyetçi hezeyan şovuna dönüştürmek. Demek ki sermaye medyası, patronuna iyi hizmet ediyor. Demek ki kültürel hegemonya tam gaz altımızı oymaya devam ediyor.

No comments: